“Gidiyorum” Dediğinizde Bazen Gidemezsiniz

0
56

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İstanbul’dan son yazım olacak demiştim dünkü yazım için. Ve son günüm ve dışarıda geçirmek istiyorum demiştim tiyatroda ve resim sergisinde. Demiştim demeye ama adı her ne ise, kaderci Jack gibi. Kader mi diyelim gitme zamanı değilmiş mi diyelim bilmiyorum! Ama şunu biliyorum ki, her zaman kader ağlarını örerken biz farkında olmayabiliriz. Ve yazımı yazarken kaderin ne ördüğünden habersizdim.

Kuzenlerim ve teyzemle güzel bir uçuş planlıyorduk oysa. Ancak kader başka bir şey planlıyordu ve başımıza geldiği zaman anladık ne planladığını. Ne sergiler gezebildik ne tiyatroya gidebildik ne de havaalanına varabildik. Gittiğimiz yer önce bir özel hastane acil servisi. Daha sonra geniş kapsamlı bir araştırma hastanesi. Yolculuk için hazırlanmış valizler ne yazık ki hastane odasında açılmak zorunda kaldı. Ve “gidiyorum” dediğinde belki gidiyorsun ama sanırım her zaman düşündüğün ve tasarladığın yere değil. Bazen de hiç aklına gelmeyen bir yere gidebiliyorsun şimdiki gibi. Ve yine düşünüyorum sokağa çıkmak elinde ama nereye nasıl gideceğin meçhul. Hayatımızın denetimi aslında bizim elimizde değil, övünürken kendime yeterim ve istediğimi yaparım, istediğim zaman diye. Bazen yaparsın ama bazen de işte böyle yapamazsın. Bu da haddini bildirmek gibi bir şey gibi görünüyor gözüme! Ve demek daha gitme zamanı değilmiş. Ne zaman diye soranlarda bilmem demek en doğrusu gibi son dakikaya dek.

& & & & &

Ve okullar açıldı. Öğrencilerin bazılarında garip bir ağırlık vardır şimdi. Kendimden biliyorum. Hem okul özlenir, arkadaşlar falan, hem de kocaman bir ağırlık sinsi, sinsi sinmiştir yüreğin tam üzerine… Çok kötü bir duygudur bu ama çok şükür ki ilk saatler geçtikten sonra çözülür ve o ağırlık kalkar yüreğin üzerinden yoksa hayat çekilmez olurdu valla.

Ve okulla birlikte başlar sorumluluklar, sorunlar ve artık oyun çocuğu olmaktan çıkmış olmanın sancıları. Nasıl ki gençlik ve orta yaşlılık sancıları varsa oyun okullu olmanın da sancıları var. Ve ailelere çok büyük işler düşüyor bu sancılar başladığında. Eğer aileler empati yapabilirse ve çoklarına sabırla sevgiyle yaklaşırsa çocukları o kadar rahat ve huzurlu olur diye düşünüyorum. Ve bütün öğrencilere ve velilere yeni öğrenim döneminde başarılar ve sağlık ve mutluluklar diliyorum.

& & & & &

Hayat, her zaman bana, tılsımlı ağır ve zor gelmiştir. “Bu kadar ciddiye alma” diyenler hep tuhafıma gitmiştir. Evet çok ciddiye alıyorum hayatı. Ve bu düşünce ile çevremdekilerin hayatını kolaylaştırmak istiyorum en azından yanı başımda olanların. Böylece belki kendi hayatımı da kolaylaştırmış olacağım ve ara ara bunu becerebiliyorum yoksa gerçekten zor oluyor soluk almak. Ve şimdi hastaneye gitmek zorundayız sevgili okuyucularım bizi hava alanına gönderen kader. Kim bilir şimdi hangi ağları örüyor? Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım her zaman hep birlikte… Yase

& & & & &

UMUT

Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin bir sokağının neredeyse tamamı ressamlardan oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katlı bodur bir tuğla yığınının tepesinde iki kız arkadaşın stüdyoları bulunmaktaydı. Alt katlarında ise yaşlı bir ressam otururdu.

Günlerden bir gün genç kızın arkadaşları zatürreeye yakalandı. Genç kız günden güne eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken o da yatağında pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu…

Geriye doğru sayıyordu;”Oniki” dedi, biraz sonra da ”on bir”; arkasından ”on”, sonra ”dokuz”; daha sonra, hemen birbiri ardına ”sekiz” ve ”yedi”. Arkadaşı merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba?

Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki tuğla evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden çürümüş, yaşlı mı yaşlı bir asma, tuğla duvarın yarı boyuna kadar tırmanmıştı.

Dönüp arkadaşına ”Neyin var?” diye sordu. Hasta kız fısıltı halinde ”altı” dedi. ”Artık hızla düşüyorlar. Üç gün önce nerdeyse yüz tane vardı. Saymaktan başım ağrıyordu. Ama şimdi kolaylaştı. İşte biri daha gitti. Topu, topu beş tane kaldı şimdi.” ”Beş tane ne?” diye sordu arkadaşı. ”Yapraklar, asmanın yaprakları. Sonuncusu da düşünce, bende mutlaka gideceğim. Hissediyorum bunu.”

Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba götürdü. Fakat o; ”İşte bir tane daha gidiyor. Hayır, çorba falan istemiyorum. Bununla geriye dört tane kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştüğünü görmek istiyorum.. Ondan sonra bende gideceğim.” diyerek cevap verdi.

Genç kız uykuya daldığında arkadaşı da alt kattaki yaşlı ressama ziyarete gitti. Bu sırada yaprak olayını da anlattı yaşlı ressama. Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah hasta kız hemen arkadaşına perdeyi açmasını söyledi. Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetli esen rüzgârdan sonra, bir asma yaprağı hala yerinde duruyordu.

Sapına yakın tarafları hala koyu yeşil kalmakla birlikte, testere ağzı gibi tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi gelmiş olan yaprak, yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala yiğitçe asılmış duruyordu. ”Bu sonuncusu” dedi hasta kız. ”Geceleyin mutlaka düşer diye düşünmüştüm. Rüzgârı duydum. Bu gün düşecektir, o düştüğü an ben de öleceğim.” Ağır, ağır geçen gün sona erdiğinde onlar, alacakaranlıkta bile, asma yaprağının duvarın önünde sapına tutunmakta olduğunu görebiliyordu.

Derken şiddetli yağmur tekrar başladı. Hava yeteri kadar aydınlanır aydınlanmaz, genç kıza hemen perdenin açılmasını istedi. Asma yaprağı hala yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden uzun, uzun yaprağı seyretti. Sonra arkadaşına seslendi; ”Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir insan olduğumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son yaprağı orada tuttu.

Ölümü istemek günahtır. Şimdi bana biraz çorba verebilirsin” dedi. Akşamüstü gelen doktor ayrılırken; şimdi bir alt kattaki hastaya bakmam gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürree.

Yaşlı adam çok ağır bir durumda, kurtulma umudu yok ama daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor” dedi. Ertesi gün Doktor; ”Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız” dedi. O gün öğleden sonra arkadaşı, iyice iyileşmiş olan arkadaşına alt kattaki yaşlı adamı anlattı. Yaşlı adam iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüş.

Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu, odasında sancıdan kıvranırken bulmuş. Pabuçları, elbisesi baştan aşağı sırılsıklam, her yanı buz gibi bir haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akıl sır erdirememişti kimse. Sonra, hala yanık duran gemici feneri, yerinden sürüklene-sürüklene çıkarılmış bir portatif merdiven, bir de üstünde birbirine karışmış sarı, yeşil boyalarla bir palet ve sağa sola saçılmış bir kaç fırça bulmuşlar. O zaman o son yaprağın sırrı da çözüldü. Rüzgâr estiği zaman bile yerinden oynamayan yaprak, yaşlı ressamın şaheseriydi. Yaşlı ressam, son yaprağın düştüğü gece oraya bir yaprak resmi yapıp yapıştırmıştı…

Günün Şiiri

BOZGUN

yüreğimi eriten akşamın üzgün evidir

yağmur varken ağını ördüğü.

bozgun, bu köyü kuran sözcük

bense yabancısıyım bu yerlerin.

şöyle bir oturuyorum elimde sigaram

yine de garip, mutsuz ve yalnızım

yüreğimde,

ağlayan sesi pınarların

şafakta terli bir çizgidir uzanan ovalar

üstünde cansız birer iskelet gibi

duran ağaçlar var.

arkamda sırtımı rahatça dayadığım

dağlar, gökyüzü sonsuz mavi

oysa altında ölü gibi yatan

insanlar, insanlar var.

hangi tepeye baksan bir anıt karşılar insanı

işlenmemiş bir nakış gibi

temiz, siyah güleç yüzlü çocuklar

ve göçebe çadırları

hayvan derisinden paltolarıyla

kadınlar, erkekler ve çocuklar.

yarın bir avcı çiftesini doğrultup

bir serçenin özlemle çarpan yüreğine

hadi.

bozgun ve yenilmişliğimiz tekrarlansın

utanç kalıntısı bu kule, büyümesi yarım kalmış böcek

bu marşı da siz çalın ey korkusuzluk

bilin bir şölen kadar kısadır hayat.

Ender SARIYATI

BİRAZ DA YAŞAMAK KORKUSU

sevgiyi ve baharı sil hançerden

çok şeyler anlatır, denizler

balıklar ve her gün

ölü bir güzün

karnaval diye katıldığı cami avluları

sebil ve kuşlarla dolmaktadır

kız usulca açar bacağını

her kızın bacağı biraz antalya

kızlar

cumhuriyetten yakınmaktadır

paralı varşovalı iyi giyimli insanlar

dirilir yüreklerinde derin acılarıyla

yüreklerinde cumhuriyet biraz da

yaşamak ve aldatılmak korkusu

ne yapsak ne etsek biz biraz da buyuz

geceyi ağartan dağ erikleri

eski saz, çakal ulumaları, yalnızlık

güle benzer mezarlıklar

uzun uzun seyreder gibi körfezi

gök yere değerken izmir

kemeraltı…

hüzünden birer heykel gibi insanlar

sonra manisa sonra kubilay

kasım boynuma atkı ve

sessiz körfeziyle izmir

duyulmaz ezilişleriyle insanlardan

birer resmi geçit gibi

sabah buğuludur

radyo ve

vücudumu vida gibi delen neyzen tevfik

neler anlatamaz bu sabah

bir bardak çay fabrika bacaları

acı ve hasret

kasımda hep büyüttüğüm izmir

sabahları her gül biraz umut

ve sevgilim

ve dostum

günlerce düşündürür ölümü

çünkü yabancı sular denizlerimize

karışmaktadır ve her insan

biraz kaybetmek, biraz da yaşamak korkusudur.

Ender SARIYATI

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here