Efendi ve Köle…

0
76

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bilgisayarım dizlerimde düşüncelere dalmış olduğumu gören Emre “Kaç kez yeniden başladın Gül” diye dalgasını geçti. Ne kardeşimleyim ne de Emre’ye yanıt verdim. Huysuz, suratsız, isteksiz bir kuşluk vaktinin kıyılarında dolanıyorum çünkü.

İsteksizliğin kölesi olarak uyandım bu sabah nedense. Ve aklıma geçenlerde çoktan beri görüşmediğim bir arkadaşımla olan konuşmalarımız geldi. Kocaman yemek masasının üzerinde duran çöreklere, pastalara dokunmadan yalnızca çay içerken, “İşler nasıl gidiyor, kendi işini bırakmışsın başka yerde çalışıyorsun duyduğuma göre?” diye sormuştum. Sıkıntıyla “Ne olsun işte kendi işimizi yaparken kendimiz için çalışıyorduk ancak yetmiyordu, şimdi de köle gibi çalışıyoruz” demişti.

İçimden, acımasızca “bu dünyada yaşayıp ta köle olmayan var mı ki?” diye geçirmiştim. Düşüncelerimi söze dökmedim çünkü o anda düşüncelerimin köleliğini yapıyordum. Ve bir düşüncenin kölesi olmak, hiçbir şeyin kölesi olmamaktan iyidir. Çünkü hiçbir şey olmamanın kölesi oluyoruz o zamanda! Düşüncelerimin hükümdarlığından kendi hükümdarlığıma girerek “evet haklısın “dedim. Ne yapacaksın her şeyin bir karşılığı var. Bu hayatı istiyorsan azıcık daha çok çalışmaya devam edeceksin başka yolu yok.

Bizde onu yapıyoruz işte dedi. Ama dedim işini yaparken sürekli köle olduğunu düşünüyorsan işin ağır gelmeye başlar, benden ufacık bir tavsiye. İşinle arkadaş olmaya çalışırsan daha rahat olursun.

Söyleyene bakın! Bakın tabi ne olacak? Ben işimi severek yapıyorum ve kendimi asla köle gibi algılamıyorum. Aslında köleyim tabi. Ama işime değil. Kendime Köleliğim.

Ve insan aslında köle olduğunun ayrımında değil çoğu zaman. Yoksa nasıl başımız dik yürürdük boş başaklar gibi sokaklarda, nasıl, kendimizi beğenirdik o kadar? Dünyayı biz yaratmış gibi havalara nasıl bürünürdük. Doludizgin kıskançlığı yaşar ön yargıyı nasıl beslerdik?

En zalim efendilerimiz kuşkusuz kıskançlık ve haset. Onların hükümdarlığını kabul etmişsek artık onların emrinden dışarı çıkmamız çok zor olur. Ancak ne zamanki onların hükümdarlığının altında yaşadığımızı anlarız işte o zaman onları bir silkeleyişte üzerimizden atabiliriz. Ama ne yazık ki çoğumuz bunun ayrımında bile olmadan bu hayattan göç eder gideriz.

Ve bu sabah, isteksizliğin kölesi olarak uyandım. Onun kölesi olduğumu biliyorum ve eğer ona boyun eğersem bütün günü evde geçirebileceğimi de. Bu yüzden zor olsa da onun emirlerinden dışarı çıkacağım ve belki akşama dek ondan eser kalmayacak içimde.

Ve biz insanlar eğer güçlenirsek efendilerimize karşı belki kurtulabiliriz. Güçlenmek tabi kolay değil ancak olanaksızda değil.

Çok zaman isteksizlik, iştahsızlık, uyku gibi efendilere boyun eğmekte gerekebilir diye düşünüyorum. Çünkü bu efendilere emri veren bedenimizdir çoğu zaman. Ve bu efendiler belki güçlenmemiz için bizi esir almak zorundadırlar? Zaman çok önemli eğer uzun sürerse on gün kadar. O zaman efendiler değişmiş olabilir. Belki depresyonun beyliğine girmiş oluruz. Bu yüzden çok dikkatli olmak zorundayız. Uysal olacağım derken, başka efendilere davetiye çıkarmış olmayalım.

Ve biz zavallı insanlar en gelişmiş en akıllı en güzel yaratılmış insanlar aslında birer dünya ve birer köleyiz! Ve ancak zihnin kölesi olmaktan çıkınca gerçekten özgür olabiliriz. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalın diyorum. İsteksizlik efendisini yollamam gerekiyor sokağa çıkmak için ve diğer sevgili efendiler beni bekliyor. Kardeşim, Emre ve Berke. Yase

& & & & &

Zihnin Efendisi

Bilge ve öğrencisi okyanus kıyısında geziyorlardı. Soğuk bir gündü ve rüzgar okyanusta kocaman dalgalar oluşturuyordu. Bir süre yürüdükten sonra bilge durdu ve öğrencisine sordu: “Bu büyük dalgalar sana neyi hatırlatıyor?” “Zihnimi hatırlatıyor” dedi öğrenci “ve durup dinlenmeden yol alan düşüncelerimi!” “Evet, fırtınalı okyanus zihnin, dalgalar da düşüncelerindir. Zihnin su gibi durudur, ne iyidir ne de kötü. Rüzgar ise dalgalara sebep olur; tıpkı arzu ve korkularının düşünceleri üretmesi gibi…” diye devam etti bilge. Öğrenci söz aldı: “Böyle bir okyanusun ortasında sallanan bir sandal içinde olmak istemezdim doğrusu.” Bilge: ”Oysa sen daima oradasın. Diğer tüm insanlar da… Ancak birçok kişi bunu fark etmez. İnsanların zihni dalgalı deniz gibidir. Düşünceler durmaksızın sallanarak sarsarlar bizi, tıpkı dalgalar gibi… Okyanusu dinginliğe kavuşturmanın yolu ise hareket etmesini önlemek değildir. Rüzgârı görmezden gelemezsin. Yapman gereken, rüzgarı durdurmaktır. Rüzgar da arzu ve korkularındır. Onların hayatını yönetmesine izin verme. Dikkatini kontrol etmeyi öğrenirsen, arzu ve korkularını da kontrol edersin, yani okyanusu darmaduman eden dalgaları durdurursun. Böylece zihninin okyanusu sakinlik ve dinginliğe kavuşur. Zihninin efendisi olduğundaysa, her şeyin efendisi olabilirsin!”

& & & & &

Fil Yavrusu Yiyenler

Akıllı bir adam yolculuğa çıkacak arkadaşlarına: “-Geçeceğiniz ormanda bir çok tehlike var dedi. Karnınız acıktığında sakın kuvvetsiz ve semiz olduklarına bakıp da fil yavrularını avlamayın, anneleri pusudadır ve evlatlarına zarar verildiği anda amansız bir düşman haline gelirler! Öğüdümü tutarsanız iyiliğe kavuşursunuz.”

Arkadaşları teşekkür edip ayrıldılar. Ormandaki yolculukları pek çetin geçti. Bir süre sonra, karınları acıkmaya, susuzluktan dudakları kurumaya başladı. Tam o sırada yapayalnız dolaşan güzel bir fil yavrusu gördüler. Verilen öğütleri unutup hırsla saldırdılar. Yavru fili yatırıp kestiler ve etinden kebap yaptılar… Kısa zamanda derin bir uykuya daldılar. Aç adam ise sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı.

Akşama doğru kızgın bir fil çıkıp geldi. Korkuyla kendine bakan uyanık ve aç yolcunun etrafında üç kere dolanıp, ağzını üç kere kokladı. Onda yavrusunun kokusunu alamayınca uyuyanların ağzını koklamaya başladı. Evladını kebap edip yiyenleri tanıyınca, birer birer havaya kaldırmaya ve hırsla yere çarpıp öldürmeye başladı. Geride sadece yavrusunun etinden yemeyen akıllı ve uyanık adam kalmıştı. Anne fil ona hiç dokunmayıp ormanların derinliğine çekilip gitti… İşte böyle…

Günün Şiiri

Özlemedim Seni

Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni

Sıcaklığını bulmalıyım
dokunuşlarını, kenetlenişi
Terimizle sulanmalı yeryüzü
güneş terimizle ışıldamalı sabah olunca

Apansız fırtınalar çıkmalı
sarsılmalıyım

Özlemek
yanında olmak isteğidir
gülüşünü görmek biraz da
Hiç özlemedim seni

Saçlarına gül takmam
bir ırmak gibi akıtırım ovaya
soluğunla yanar
dudaklarımın bozkırı

Akkor halindeki ufuk
bakır bir tel gibi eriyip gider
kraterler ortasında kalırım

Toprak yarılır birden
su kirlenir

Ürpertir bu coğrafya
bu serüven
ikimizi bir anda
yaşadığımı duyarım

Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni

Ahmet TELLİ

Demirci’den

“Gözlerinizi açıp bakın şu Mutsuzlara,

Vahşi güneş altında kavrulup al al yanan,

İnsafsızca ezilen, alınları çatlayan

Mutsuzlara bir bakın! Pek sayın Burjuvalar,

Onlar da sizin gibi insan. Lütfen şapkalar

Çıkarılsın. Haşmetli! Gör, tanı bizler kimiz,

Yeni büyük çağların büyük İşçileriyiz

Evet İşçiyiz bizler. Bu yeni çağda bilmek

Ve çalışmak önemli. Sabahtan akşama dek

Çalışacağız, örse inecek çekicimiz,,

O mutlu yarınların, bilimin avcısıyız.

Savaşını sabırla kazanan insan bütün

Engelleri yıkacak, galip gelecek bir gün

Dizginler ellerinde, bir ata binmiş gibi!

Demir ocaklarının ey görkemli alevi

Kötülüğe son artık! Bilgisizlik çok korkunç!

Bilip öğreneceğiz, ellerimizde çekiç,

Bilineni yeniden gözden geçireceğiz

“Kardeşlerim yürüyün! İleri!” diyeceğiz.

Soylu bir yürek ile sevdiğimiz kadının

Tatlı gülücükleri altında çalışmanın

Ve sade bir yaşamın büyük düşünü kurduk.

Kardeşçe çalışmayı nice özleyip durduk.

Görev aşkı borazan gibi kulağımızda

Çaldıkça, kıvanç dolu, kendimizi nasıl da

Mutlu duyardık bizler;yeter ki o zorbalar

İki büklüm olmaya halkı zorlamasınlar,

Ve ocağın üstünde asılı dursun tüfek…

Arthur RIMBAUD

 

Günün Fıkrası

İki tane çiftçi biri Adanalı diğeri Kayserili sohbet ediyorlar. Tabi haliyle zenginlikleri ile övünecekler. Kayserili tarlalarının çokluğundan işçi yetiştirememekten, üzümlerin her sene telef olmasından bahsedince Adanalı atlıyor. “Benim çiftlikte sabah güneş doğmadan biniyoruz arabaya akşam oluyor biz hala çiftliğin öteki ucuna yetişemiyoruz. Çaresiz geri dönüyoruz.”

Kayserili hiç bozuntuya vermeden yapıştırıyor; “Yav bizimde vardı öyle bir arabamız ama geçenlerde sattık, illet onlarla yolculuk yaa..”

Günün Sözü

Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.

Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.

Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here