Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yerel seçimler yaklaştıkça partilerde olağan üstü acayip olaylarda hız kazandı. Önce MHP ve AKP arasında çatlaklar başladı ardından CHP içinde kıyamet koptu! Ağza alınmayacak sözler, kocaman-kocaman adamların dilinden nasılda rahatlıkla akıp gidiyor hayret etmemek olanaksız! Bunlar bizi yönetmeye talip insanlar ya da öyle görünüp başka partilerin ekmeğine yağ sürmek için çalışan partililer? Valla bendenizce bunlar kendi kuyularını kazmak için uğraşmıyorlar zaten ordalar. Gün be gün biraz daha dibe vurmak için uğraşıyorlar. Kolay gelsin kendileri bilirler. Ancak bizler? Bize yazık bünyemizden çıkarabildiğimiz adamlar bunlar mı? Kimse oraya zembille inmedi biz seçtik, onlar bizim oyumuzla ordalar. Ve biz seçimlerimizden sorumluyuz. Onları seçtiğimiz gibi alaşağı etmekte bizim elimizde. Çünkü onlar seçilmiş olduklarını unutuyorlar, oraya olağanüstü meziyetleri ile zembille indiklerini sanıyorlar ve seçmenlerini incitebiliyor, yalnızlaştırabiliyor ve ortada bırakabiliyorlar.
Bizler bu gidişe dur demek zorundayız. Adınız CHP yani halkın partisi; adınız var, siz yoksunuz çoktan beri. Ve biz hep umduk, bekledik siz şöyle bir silkelenip kendinize gelesiniz, desteğimizi esirgemedik ama siz bunun hiç ayrımında olmadınız, doğal hakkınızmış gibi davrandınız, aldığınız desteğe azıcık saygı duysaydınız bu gün bu durumda olamazdık. Eğer bizler bu durumda isek bunun sorumlusu sizlersiniz. Yanlış politikanız parti içinde çekişmeleriniz ve her defasında diğer partilerin ekmeğine bol kepçe tereyağı sürmeniz. Sahi aslında siz kimsiniz ya! Biz sanal bir partiye mi oy verdik bunca zaman?
Gel de rahmetli Bülent Ecevit’i anma şimdi. Mekânı cennet olsun. Bir varmış bir yokmuş gibi yaşıyoruz ya!
Ve şimdi geldik çattık yalnızlığımıza; şimdi kime oy vereceğiz? Artık partilere oy vermeyeceğiz en azından bendeniz partisizim bundan sonra. Zaten oldum olası hümanistim ve öyle olmaya devam edeceğim ve tabi çevremi de bu yönde etkileyeceğim CHP’ye duyurulur. Her kim halk için varım kendimi yok ediyorum partimi yok ediyorum yalnız halkımla eriyorum der. İlk önce buna selam vermeyi öğrenerek yapar. Ki bendenizin en büyük şikâyeti bu, kimse selam vermeyi bilmiyor özellikle aday adayları şimdilerde kendilerini tanıtıyor ama çarşıda, tiyatroda yan yana geldiğinizde selam kelam hak getire, önce bir selam vermeyi öğrensinler lütfen. İnanın selam vererek güne başladığınızda dünya size gülümser. Taş, toprak, börtü, böcek yanıt verir size. Koruma, özel araç istemez, kayırma ayırma yapmaz, aşını, hikâyesini halkıyla paylaşır. Halkın sağlığını düşünür, Angus kokusu ile inletmez, bunun için gerekli olan bütün önlemleri sıkı sıkıya alır. Bakkal, manav, semt pazarı dolaşır, halkın nabzını tutar, haksız rekabeti engeller. Kadın ve çocuklara sığınma evi yapar, sanat merkezlerini halka parasız açar ve bakımını üstlenir. Sanata, sanatçıya sahip çıkar. Kütüphanelere gereken özeni ve yardımı yapar… Kaldırımları her saniye kırıp-kırıp yeniden yapmaz.
Özellikle okul sokaklarına çok önem verir, okul sokaklarında yapılacak çalışmaları öne alır, ders saatleri içinde gürültü kirliği yapacak her şeyi yasaklar. Bunun içinde günde seksen defa “eskiçççi geldi eskiçççi” diye bağıran eskicileri hurdacıyı o sokaklara sokmaz. Çöpler zamanında toplanır.
Bir dönem bunları başarabilirse ki çok kolay şeyler, bunlar aslında konu bile edilmemesi gereken özellikle bu zamanda. Ama gelin görün ki biz hala buralarda oyalanıyoruz. Gerçeğimiz bu…
Eh bunları bir dönem başarsın devamı gelir artık tabi isteklerimizde değişir değil mi ya? Bu aday partisiz olursa tercih nedeni olur. Şahsen bendeniz olsaydım bu özeliklere uyacağımı garanti edersem kendime bağlı olduğum partiden istifa ederdim, bağımsız koyardım adaylığımı kimseye gebe kalmadan yapardım işimi.
Yani bu da duyurulabilir buradan. Hadi bağımsızlar çıkın ortaya görelim boyunuzu bosunuzu selamınızı kelamınızı.
Ve sevgili okuyucularım içimiz kan ağlıyor, şehitlerimiz birer bire gerçek evlerine toprağa emanet edildi. Yer gök ağladı ve ağlıyoruz. Allah’tan rahmet diliyoruz ve gani-gani sabır ailelerine, sevdiklerine, dostlarına yakınlarına vatan sağ olsun.
Ve sevgili okuyucularım sağlıkla sevgiyle kalalım hep birlikte. Ayrımsız gayrım sız. Yase
& & & & &
Takım Elbise
Yaşlı adam, bir konfeksiyon mağazasına ait vitrine uzun-uzun baktıktan sonra, ilerideki yeşillikte oynayan çocukların en zayıfına dönerek: Küçüüük!… diye seslendi. Bana biraz yardımcı olur musun? Çocuk, hafta sonlarında yaptıkları misket oyununu ilk defa kazanmış olmasına rağmen arkadaşlarını bırakıp geldi. 7-8 yaşlarındaydı ve üzerindeki elbiseler, “tek kelimeyle” dökülüyordu. Yaşlı adam, çocuğun saçlarını okşadıktan sonra: Vitrindeki elbiseyi giymeni istemiştim, dedi. Bakalım üzerine uyacak mı? Çocuk, bu teklifi ilk önce şaka sandı. Ama adam son derece ciddiydi. Onunla birlikte mağazaya girerken, ilk önce rüyâda olup olmadığını, daha sonra da şimdiye kadar yeni bir elbise giyip giymediğini düşündü. Genellikle ailedeki büyük çocuğa alınan veya komşular tarafından verilen giyecekler, elbiselerin ona dar gelmesiyle birlikte ortanca kardeşe kalır, birkaç sene sonra da dizleri aşınmış veya delinmiş vaziyette kendisine yamanırdı. Ama “her zaman hasta” dedikleri babasının ne kadar zor para kazandığını bildiğinden, bu işe bir kere bile itiraz etmemişti. şimdi ise, ilk defa yeni bir elbisesi olacaktı. Üstelik de bayrama üç gün kala… Çocuk, yaşlı adamın gösterdiği elbiseleri giydiğinde, büyümüş olduğunu ilk defa farketti. Çizgili kadifeden yapılmış pantolon, bacaklarının ne kadar uzun olduğunu ortaya koyarken, yeni ceketi de omuzlarını iyice geniş göstermişti. Fakat hepsinin üzerine giydiği kaban bir başkaydı ve artık üşümeyecekti. Çocuk, biraz önce kazandığı misketleri onun cebine bıraktığında, iyice keyiflendi. İrili ufaklı misketler, gayet derin olan ceplerin bir köşesinde kalmıştı. Demek ki her bir cep, en az elli misket alabilirdi. Yaşlı adam, çocuğu sağa sola döndürdükten sonra, elbiselerin paketlenmesini istedi. Ve iş tamamlandığında, tezgâhtara dönerek: Elbiseleri torunuma alıyorum, dedi. Kendisine sürpriz yapacağım için, onları bu çocuğun üzerinde denedim. İkisinin de boyu falan aynı da Çocuk, bir anda beyninden vurulmuşa döndü ve ne diyeceğini bilemedi. Ama artık büyüdüğüne göre, bir şey belli etmemeliydi. Aynaya son bir defa baktıktan sonra, üzerindekileri yavaşça çıkartarak bir kenara fırlattığı eskileri giydi. Adam, elbiselerin torununa uyacağından emindi. Yaptığı hizmet için çocuğa bir çiklet parası vermek istediğinde, onu yanında göremedi. Haylaz velet, belli ki bu işten sıkılmıştı. Çocuk, arkadaşlarının yanına döndüğünde, bir kenara çekilerek onları seyretmeye koıuldu. Ve bütün ısrarlara rağmen oyuna katılmadı. Arkadaşları: Niçin oynamıyorsun? diye sordular. En güzel misketleri sen kazanmıştın. Çocuk, inci gibi yaşlar süzülen gözlerini arkadaşlarından kaçırmaya çalışırken: Misketlerim, bu elbiselere yakışmayacak kadar güzeldi, dedi. Bu yüzden onları, bayramlık kabanımın cebine sakladım. Aslında her yaşta ama farklı şekillerde hep birileri tarafından kandırılıp sonra da bir kenara fırlatılmadık mı?? İşimizde aşkta, dostlukta, arkadaşlıkta, belki de ailemizde.. Kimin umurunda bir başkasının duyguları, hissettikleri veya kandırılması? Gözyaşları ya da kalp kırıklıkları? Bütün bir ömür boyu kalan izler ?? Ne yazık ki hiç kimsenin… keşke…. keşke… farklı olabilseydi her şey. Biraz daha insanca, biraz daha hassasça, dürüstçe ve biraz daha yüreklice…
Günün Şiiri
Güller Ağlar İçimde
Ne zaman ayrılık saati gelse
En vazgeçilmez yerinde yaşamın
Duysak ayak seslerini akşamın
Ve sokaklardan el ayak çekilse
Bir ürpertiyle duyarım o zaman
Seni çağıran sesi uzaklardan
Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir gariplik çöker içime birden
Kalan tek anı gibi bir devirden
Durmadan çalınır o gamlı beste
Sanki bilir dem hazin öykümüzü
Bulutlar ağlar, kararır gökyüzü
Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir çaresizliğe anlatır gibi
Birden değişir gözlerinin rengi
Mavi solar, koyulaşır yeşilse
Sarınca ruhunu eski bir hüzün
Uçar gider pembeliği yüzünün
Ne zaman ayrılık saati gelse
Uzatsan özlemle dudaklarını
Tüm ağaçlar döker yapraklarını
Ne çiçek kalır ortada, ne bahçe
Sadece uğultusu o rüzgarın
Ve bir umut kırıntısı: Belki yarın
Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir fırtına çıkmışcasına, büyük
İçimdeki güllerin boynu bükük
Bir zaman kalakalırım öylece
Neden sonra gittiğini anlarım
İçimde güller ağlar, ben ağlarım…
Ümit Yaşar Oğuzcan
Bir gün Seni Sevdiğimi Anlarsın
Uykuların kaçar geceleri
Bir türlü sabah olmayı bilmez
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar, ne yastık
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın
Onun unutamadığın hayali
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine
Sevmek neymiş birgün anlarsın
Birgün anlarsın aslında herşeyin boş olduğunu
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin
Gün gelir de sesini bir kerecik duymak için
Vurursun başını soğuk taş duvarlara
Büyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığın
Duyarsın ta derinden acısını çaresiz kalmışlığın
Sevmek neymiş birgün anlarsın
Birgün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin
Niçin yaratıldığını
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini
Uzun uzun seyredersin de aynalarda güzelliğini
Boşuna geçip giden yıllarına yanarsın
Dolar gözlerin için burkulur
Sevmek neymiş birgün anlarsın
Birgün anlarsın sevilen dudakların
Sevilen gözlerin erişilmezliğini
O hiç beklenmeyen saat geldi mi
Düşer saçların önüne ama bembeyaz
Uzanır gökyüzüne ellerin
Ama çaresiz, ama yorgun, ama bitkin
Bir zaman geçmiş günlerin uykusuna dalarsın
Sonra dizilir birbiri ardınca gerçekler acı
Sevmek neymiş birgün anlarsın
Birgün anlarsın hayal kurmayı
Beklemeyi
Ümit etmeyi
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi
Lanet edersin yaşadığına
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın
O zaman bir çiçek büyür kabrimde kendiliğinden
Bir gün seni sevdiğimi anlarsın
Ümit Yaşar Oğuzcan
Günün Sözü
En kusursuz cinayet, yaşama sevincini öldürmektir.
Paulo Coelho