Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Cahille konuşma her zaman seni yener” demiş bir bilge. Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol demiş.
Cahil neden yener peki neden karşısında sessiz olmak gerekir? Çünkü duvardır. Duvara laf geçirebilir misiniz? Yok, unutup illa geçireceğim derseniz ondan ayrımınız kalmaz ve kan revan içinde kalabilirsiniz.
O yüzden cahili bırakacaksınız kendi cehaletinde yaşayıp gitsin diyeceğim ama kardeşim başımıza ne geliyorsa bu cehaletten geliyor işte. Evde, işte, sokakta, siyasette, her yerde cehalet salkım saçak dökülüyor üzerimizden.
Peki, cahillik bir kader mi? Bendeniz davranışlarımız kaderimizdir diye düşünürüm. Bu yüzden kader deyip kimse işin içinden sıyrılmak lüksüne sahip değildir.
Kutsal kitap ıslarla “oku” der “oku oku oku.” Ama Allah’ın emrini yerine getirmek yerine bizzat onu kullanıyorlar. At gözlüğü takmış, önyargılarını kıramayanlarda cehaletin timsallerindendir. Sorsanız Sünni nedir diye yanıt vermezleler. Alevilik nedir diye ona da verilecek yanıtları yok ama bu ayrım hala günümüzde ısrarla ve ezici olarak devam ediyor. Çünkü okumak, öğrenmek, öğretmek zor geliyor, düşünmek ise aman Allah’ım çok daha zor. En kolayı birileri söyler, örneğin imamlar, örneğin liderler, işte onlar ne söylerse doğrudur. Peki bu düşünce onları kurtarır mı? Valla bilemem ama bildiğim bir şey varsa o da doğru bir şey olmadığıdır hatta çok zararlı olduğu…
Bu yazılar ‘pat’ diye yazılmıyor kuşkusuz. Bizler geziyoruz özellikle bu günlerde çok ama çok değişik insanlarla karşı karşıya gelme olanağımız oluyor. Gözlemlerimiz, duyduklarımız yüzünden çıkıyor bu yazılar ve ne yazık ki sonunda kendimizi Çin seddine toslamış gibi hissediyoruz.
Ve cehaletin ayrımında olan çok akıllılar cahilin karşısında olmaktansa onun gibi olduklarını hissettirerek onları bir güzel kullanıyor, bu tarihler boyunca böyle olmuştur ve günümüzde belki tarihin en büyüğü olmaya devam ediyor? Dünya uzayda buğday üretmeye başlarken biz ise cehalet büyütüyoruz. 20. yüzyılda ne hazin bir tablo. Kendi hesabıma kırgından öte yırtık pırtık haldeyim bu salkım saçak cehaletten kendimi çamur deryasında çırparak yaşamaya devam etmek zorunda hissediyorum. Biz gibilere acıyabilirsiniz çünkü o haldeyiz.
Ve sevgili okuyuculum sağlıkla kalalım diyorum her zamanki gibi ama valla sağlıklı olmakta bir lüks artık bu ortamda neyse ki doktorlarımız var biri Antakya’da biri İskenderun’da eh artık derdimize deva olmak için bir el atarlar belki. Ve sevgiyle ve ayrımsız gayrımsız ve her zaman birlikte kalalım… Yase
& & & & &
Mesnevi Hikayelerinden; “Lokmanın Sadakati”
Zengin bir adamın Lokman adında bir hizmetçisi vardı. Hizmetçi dediysem de akılda vezirler padişahlar kadar üstün idi. Hikmet bilgisini adını aldığı Lokman (a.s) dan almıştı.
Lokman gece gündüz işlerini en güzel ve en çabuk bir şekilde gören gayretli birisiydi. Bu sebeple efendisi onu oğullarından bile üstün tutardı. Lokmanın efendisi görünüşte onun efendisi idi ama hakikatte Lokman’ın kölesiydi. Çünkü ona akıl danışır, onun gösterdiği yoldan giderdi. Efendi bu durumun çok da iyi farkındaydı ama asla bu durumdan rahatsız değildi, Efendi de akıllı bir adamdı. Bu şekilde işlerini en güzel biçimde yönetiyordu.
Lokmanı hürriyetine kavuşturabilirdi, fakat Lokman da bu durumundan hoşnut olduğu için böylece yaşayıp gidiyorlardı. Efendi, kendisine bir yemek getirildiğinde Lokman’ı çağırtır önce o yemeği Lokman’a sunarlar, efendisi de ondan sonra yerdi.
Bu sürede onun artığını afiyetle yer, bundan zevk alırdı. Lokman şayet işlerinden dolayı yemeğe gelmeye fırsat bulamazsa efendi de yemek yiyemezdi.
Bir gün Lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye: – Git, oglum Lokman’ı çağır.” dedi.
Lokman gelince efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi. Lokman, bu dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi ikinci dilimi de kesip sundu. Öyle böyle karpuzu tamamen yedi. Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi: – ‘Bunu da ben yiyeyim; bir göreyim, bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz.” dedi.
Çünkü Lokman öyle lezzetle, öyle zevkle, öyle iştahlı iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı kabarıyordu.
Efendisi o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı. Karpuzun acılığından adeta kendini kaybetti. Sonra: –‘A benim canım, böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin? Böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın? Bu ne sabır? Canına kastın mı var? Niye bir şey söylemedin, dedi.
Lokman dedi ki: –“Senin elinden o kadar rızıklandım ki, Utancımdan adeta iki büklüm oldum. Elinle sunduğun bir nimete; bu acıdır demeye utandım. Çünkü vücudumun bütün zerreleri senin verdiğin nimetlerinden meydana geldi. Bu kadarcık bir acıya dayanamazsam yazıklar olsun bana.”
Lokman sevgiliden gelen her türlü nimete ve belaya nasıl davranılması gerektiğini bu şekilde anlatınca Efendisinin ona olan sevgisi bir kat daha arttı.
Sevgiden acılar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir. (Mesnevi’den)
Günün Şiiri
Gafil Gezme Şaşkın
Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Yalan dünya senin olsa ne fayda
Akibet alırlar tatlı canın
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda
Söylersin de söz içinde şaşmazsın
Helâli haramı yersin seçmezsin
Nasibin kesilir de sular içmezsin
Akar çaylar senin olsa ne fayda
Söylersin de el içinde sözün var
Yeter çalışırsın oğlun kızın var
Bu dünyada üç beş arşın bezin var
Bedestenler senin olsa ne fayda
Bir gün alır götürürler evinden
Hakk’ın kelâmını koyma dilinden
Kurtulaman Ezrail’in elinden
Dünya dolu malın olsa ne fayda
Pir Sultan Abdal’ım çıktık oturduk
Kaza lokmasını burda yetirdik
Dünya bizim diye çektik getirdik
Yalan dünya bizim olsa ne fayda
Pir Sultan Abdal
Ağlama Gözlerim Mevlam Kerimdir
Gurbet elde bir hal geldi başıma
Ağlama gözlerim mevlam kerimdir
Derman arar iken derde düş oldum
Ağlama gözlerim mevlam kerimdir
Huma kuşu yere düştü ölmedi
Dünya Sultan Süleyman’a kalmadı
Dedim yare gidem nasip olmadı
Ağlama gözlerim mevlam kerimdir
Kağıda yazılmış ufak yazılar
Anadan ayrılmış körpe kuzular
Derdi olan yüreğinden sızılar
Ağlama gözlerim mevlam kerimdir
(Repertuvarda olmayan dörtlük)
Kağıt yok ki yazam yare gönderem
Ya ben ahvalimi kime bildirem
Can tatlıdır uram kendim öldürem
Ağlama gözlerim mevlam kerimdir
Abdal Pir Sultan’ım böyle buyurdu
Ayrılık gömleğim biçti geyirdi
Ben ayrılmaz idim felek ayırdı
Ağlama gözlerim mevlam kerimdir
(Kurbani mahlaslı dörtlük)
Kurbani’yem bunu böyle buyurdu
Ayrılık gömleğin bize giydirdi
Ben ayrılmam idim felek ayırdı
Ağlama gözlerim mevlam kerimdir
Pir Sultan ABDAL
Günün Sözleri
Cehaletten daha çetin bir yoksulluk ve akıldan daha faydalı bir mal yoktur.
Cafer Sadık (a.s.)
Cahiller cesur olurlar.
Hz. Muhammed
Bilgisizlik daima sertliği doğurur.
Sigmund Freud
Cehalet korkunun anasıdır.
Henry Holmes