Cahil ve Cehalet…

0
66

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? “Cahille konuşma, her zaman seni yener” demiş bir bilge… “Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol demiş” Mevlana da…

Cahil neden yener peki, neden karşısında sesiz olmak gerekir? Çünkü duvardır. Duvara laf geçirebilir misiniz? Yok! Unutup illa geçireceğim derseniz ondan ayrımınız kalmaz ve kan revan içinde kalabilirsiniz. O yüzden ‘Cahili bırakacaksınız kendi cehaletinde yaşayıp gitsin…’ diyeceğim ama kardeşim başımıza ne geliyorsa bu cehaletten geliyor işte. Evde, işte, sokakta, siyasette, her yerde cehalet salkım saçak dökülüyor üzerimizden.

Peki, cahillik bir kader mi? Bendeniz, davranışlarımız kaderimizdir diye düşünürüm. Bu yüzden kader deyip kimse işin içinden sıyrılmak lüksüne sahip değildir. Kutsal kitap ıslarla “oku” der. “Oku, oku, oku…” Ama Allah’ın emrini yerine getirmek yerine bizzat onu kullanıyorlar.

At gözlüğü takmış, önyargılarını kıramayanlar da cehaletin timsallerindendir. Sorsanız Sünni nedir diye yanıt vermezleler. Alevilik nedir diye ona da verilecek yanıtları yok ama bu ayrım hala günümüzde ısrarla ve ezici olarak devam ediyor. Çünkü okumak öğrenmek, öğretmek zor geliyor, düşünmek ise aman Allah’ım çok daha zor! En kolayı birileri söyler, örneğin imamlar, örneğin liderler işte onlar ne söylerse doğrudur. Peki, bu düşünce onları kurtarır mı? Valla bilemem ama bildiğim bir şey varsa  o da doğru bir şey olmadığıdır hatta çok zararlı olduğu…

Bu yazılar ‘pat’ diye yazılmıyor kuşkusuz. Bizler geziyoruz, özellikle bu günlerde çok ama çok değişik insanlarla karşı karşıya gelme olanağımız oluyor.  Gözlemlerimiz, duyduklarımız yüzünden çıkıyor bu yazılar ve ne yazık ki sonunda kendimizi Çin Seddi’ne toslamış gibi hissediyoruz.

Ve cehaletin ayrımında olan cin akıllılar, cahilin karşısında olmaktansa onun gibi olduklarını hissettirerek onları bir güzel kullanıyor. Bu tarihler boyunca böyle olmuştur ve günümüzde belki tarihin en büyüğü olmaya devam ediyor?

Dünya, uzayda buğday üretmeye başlarken biz ise cehalet büyütüyoruz. 21. yüzyılda ne hazin bir tablo. Kendi hesabıma kırgından öte yırtık-pırtık haldeyim. Bu salkım-saçak cehaletten kendimi çamur deryasında çırparak, yaşamaya devam etmek zorunda hissediyorum. Biz gibilere acıyabilirsiniz çünkü o haldeyiz.

Ve sevgili okuyucularım, sağlıkla kalalım diyorum, her zamanki gibi ama valla sağlıklı olmakta bir lüks artık bu ortamda! Neyse ki doktorlarımız var, biri Antakya’da biri İskenderun’da, eh artık derdimize deva olmak için bir el atarlar belki. Ve sevgiyle ve ayrımsız-gayrımsız ve her zaman birlikte kalalım. Yase

& & & & & &

Mesnevi Hikâyelerinden/Lokman’ın Sadakati

Yazar: Pir Sultan Abdal

Zengin bir adamın Lokman adında bir hizmetçisi vardı. Hizmetçi dediysem de akılda vezirler padişahlar kadar üstün idi. Hikmet bilgisini, adını aldığı Lokman(a.s)’dan almıştı.

Lokman gece gündüz işlerini en güzel ve en çabuk bir şekilde gören gayretli birisiydi. Bu sebeple efendisi onu oğullarından bile üstün tutardı. Lokmanın efendisi görünüşte onun efendisi idi ama hakikatte Lokman’ın kölesiydi. Çünkü ona akıl danışır, onun gösterdiği yoldan giderdi. Efendi bu durumun çok da iyi farkındaydı ama asla bu durumdan rahatsız değildi, efendi de akıllı bir adamdı. Bu şekilde işlerini en güzel biçimde yönetiyordu.

Lokmanı hürriyetine kavuşturabilirdi, fakat Lokman da bu durumundan hoşnut olduğu için böylece yaşayıp gidiyorlardı.

Efendi, kendisine bir yemek getirildiğinde Lokman’ı çağırtır önce o yemeği Lokman’a sunarlar, efendisi de ondan sonra yerdi. Bu sürede onun artığını afiyetle yer, bundan zevk alırdı. Lokman şayet işlerinden dolayı yemeğe gelmeye fırsat bulamazsa efendi de yemek yiyemezdi.

Bir gün Lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye: “-Git oğlum, Lokman’ı çağır” dedi.

Lokman gelince efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi. Lokman, bu dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi ikinci dilimi de kesip sundu. Öyle böyle karpuzu tamamen yedi. Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi: “-Bunu da ben yiyeyim; bir göreyim, bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz” dedi.

Çünkü Lokman öyle lezzetle, öyle zevkle, öyle iştahlı-iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı kabarıyordu.

Efendisi o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı. Karpuzun acılığından adeta kendini kaybetti. Sonra: “-A benim canım, böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı-tatlı yedin? Böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın? Bu ne sabır? Canına kastın mı var? Niye bir şey söylemedin” dedi.

Lokman dedi ki: “-Senin elinden o kadar rızıklandım ki, utancımdan adeta iki büklüm oldum. Elinle sunduğun bir nimete; bu acıdır demeye utandım. Çünkü vücudumun bütün zerreleri senin verdiğin nimetlerinden meydana geldi. Bu kadarcık bir acıya dayanamazsam yazıklar olsun bana…”

Lokman sevgiliden gelen her türlü nimete ve belaya nasıl davranılması gerektiğini bu şekilde anlatınca, efendisinin ona olan sevgisi bir kat daha arttı.

Sevgiden acılar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir.

Günün Şiiri

Gafil Gezme Şaşkın
Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Yalan dünya senin olsa ne fayda
Akıbet alırlar tatlı canın
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda
Söylersin de söz içinde şaşmazsın
Helâli haramı yersin seçmezsin
Nasibin kesilir de sular içmezsin…

Günün Sözü

Cehaletten Daha Çetin Bir Yoksulluk ve Akıldan Daha Faydalı Bir Mal Yoktur.
Cafer Sadık (a.s.)

Cahiller Cesur Olurlar.
Hz. Muhammed (s.a.v.)

Bilgisizlik Daima Sertliği Doğurur.
Sigmund Freud

Cehalet Korkunun Anasıdır.
Henry Holmes

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here