Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Gezi parkı eylemleri hız kesmeden devam ediyor bütün yurtta ve dünyada. Eylemlerin çıkış nedeni birkaç ağaç olmakla birlikte birçok nedeni var artık herkes biliyor. Verdiği mesaj açık ve net… Dün gece ilk olarak eylemleri izlemek için bende sokaklardaydım ancak çok sıkıntılıydım hareket serbestliğim olmadığından ve aldığım ilaçların etkisinden, buna rağmen arkadaşımın koluna girerek kendimi aşmaya çalıştım. Eylemler, eylemden çok düğün derneğe benziyordu. Bir taraftan davul zurnalar çalıyor, çoluk çocuk genç yaşlı halay çekiyor, bir tarafta bayraklar flamalar dalgalanıyor, araba kornaları, ıslıklar, tencere tava gürültüsü tavan yapıyor.
Herkes birbirine bir şeyler soruyor, herkeste dolu dolu bir neşe, bir hafiflik sanki üzerinden ağır bir yük inmiş gibi. Hoş bende hafiftim ya. En büyük korkum bu eylemin aynı şekilde şen şakrak devam edip etmeyeceği idi, yanlış kullanılan bir sözcük, haddini aşan bir slogan atılacak, polisle çatışma çıkacak mıydı? Korkularım çok şükür boşa çıktı. Kimse aşırıya kaçmadı. Hem polisle hem de eylemcilerle onur duydum doğrusu. Konvoyu takip etmek değildi niyetim ancak buna rağmen ortamın neşesini ve heyecanını kanımızda algılayınca devam etmek istedik arkadaşımla. Her yerden destek geliyordu korteje katılanlara ışıklar yanıp sönüyor balkonlardan insanlar el sallıyor. Konfeti atıyordu. Tencere tava tıkırtıları yeri göğü inletiyor. Dayanışma ruhu ve toplum psikolojisi bu işte diyorsunuz. Ve baştan beri söylediğim gibi bu eylemlerin en güzel tarafı “ben”ken “biz” olmak. Ben, benim ve ben, bizim diyebilmek çok güzel bir şey. Ben denizin politik görüşü, insan, çevre ve doğa üzerine kuruludur. Bunun adı neymiş hiç bilmiyorum. İster Hümanizm deyin ister sosyal demokrat deyin ister çevreci, ister Yeşilaycı valla hiç derdim değil. Ancak bunların yalnızca bir teki olmadığını biliyorum o kadar. Ve bu eylemeler bir yerde haddini aşmadığı sürece kimseye zarar vermediği sürece devam edebilir. Dileğim sağduyunun zaferi kazanması.
Ve ne yazık ki dört polis memuru intihar etmiş çeşitli nedenlerden. Eylemciler bizim çocuklarımızsa, onlara gelecek zarar bize gelmiş demekse, poliste bizimdir ve ona gelecek zararda bize gelmiş demektir. Bizim, “benim, senin” diye bir ayrımız yok ve bu ayrımın yapılması canımızı çok acıtıyor.
Polis kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz ve ailelerine, yakınlarına ve meslektaşlarına başsağlığı diliyoruz. İnşallah bu günden sonra ne can ne mal kaybı olmaz hiçbir şekilde. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım diyorum her zamanki gibi ve önyargısız. Yase
& & & & &
Fincan Takımı
Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar: “Eski gazeteniz var mı bayan?” Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. “İçeri girin de, size kakao yapayım” dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı.
Kakaonun yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum. fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu…
Erkek çocuğu bana döndü “Bayan, siz zengin misiniz?” diye sordu. Zengin mi? “Yo hayır!” diye yanıtlarken çocuğu, gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı. Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve “Sizin fincanlarınız, fincan tabaklarınız takım” dedi. Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu.
Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı. Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler, başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim vardı ve eşimin de bir işi… Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri, halının üzerindeydi halâ. Silmedim ayak izlerini.
Silmeyeceğim de. Olur, unutuveririm ne denli zengin olduğumu…
Günün Şiiri
Açılır Kapılar
Alır seni korum damla, damla
suyuma, ekmeğime, aşıma,
kaygıma, sevincime, acıma,
umuduma, sabrıma, gücüme
Alır seni bölerim parça, parça,
dağıtırım topraklara, denizlere, geceye,
Açılır her sabah kapılar gözlerinde,
girerim ışıltılı, yemyeşil bir bahçeye
A.KADİR
Acıların Rengi
ey acılara tat veren güzellik
Yüreğimize hoş geldin
Geldin de
Çiçekli dallara döndürdün öfkemizi
Artık ister dolu yağsın ömrümüze
İsterse kar
Biz ki bildikten sonra sevmeyi
Bütün sabahlar
Acı renginde olsa ne çıkar.
Adnan YÜCEL
Erimek
Erimek belirsizce her şeyde
Karışmak sulara yıldızlara
Sinmek kokusuna mor menevşenin
Yanmak damar, damar nefes, nefes
Yaşamak tükene, tükene.
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Müjde
Portakal kabuğundan
Kavun diliminden
Havalandı nakışlar
Avşar kiliminden.
Çılgın topukları üstünde
Sebepsiz sevincin
Adamın canı dostlara
Güzel haberler götürmek ister
Aksi gibi ne dost var meydanda
Ne de güzel haber
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Çürümek
Her şey çürüyor canım kardeşim bu dünyada
Hatıralar bile
O hatıralar ki kafatasından muhkem bir yerde saklıdırlar
O hatıralar ki tüyden hafif
Gök mavisinden duru
Etten kemikten uzaktırlar
O hatıralar ki
Bambaşka bir zaman içre yaşar dururlar
Gel demeden gelir
Git demeden giderler
Nur topu gibi açıldıkları olur bazan
Sonra sızım sızım sızlarlar
Her şey çözülüp gidiyor bu dünyada
Bir biri içinde
Bir biri peşi sıra
Bir tad dudakta
Bir ses kulakta
Sen toprakta çürürsün canım kardeşim
Ben ayakta
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Taze Taze
Dondurma kutusu üstünde
Üç kırmızı çiçek
Canımın içi kadar sıcak
Dilediğim kadar kırmızı
Özlediğim kadar gerçek.
Dondurma kutusu üstünde yaz gelmiş meğer
Neler getirdi kim bilir neler
Neler götürecek.
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Günün Fıkrası
Deniz aşırı bir ülkede askerliğini yapmakta olan John bir gün sevgilisinden bir mektup alır. Sevgilisi artık ondan ayrılmak istediğini bildirmekte ve fotoğrafını geri göndermesini istemektedir. John çok kızar. Arkadaşlarından eski kız arkadaşlarının fotoğraflarını toplar hepsini bir araya koyup paket yapar ve sevgilisine gönderir. Pakete bir de not iliştirir; ‘kusura bakma, hangisi olduğunu çıkaramadım lütfen kendi fotoğrafını al ve diğerlerini geri gönder!!!
Günün Sözü
Şanssızlığa katlanabiliriz, çünkü dışarıdan gelir ve tümüyle rastlantısaldır. Oysa yaşamda bizi asıl yaralayan, yaptığımız hatalara hayıflanmaktır.
Oscar Wilde