Aynı Çemberde Dön Dur…

0
86

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Hepimiz çok zaman kendi hayatımızı yaşamadığımızdan şikâyet ederiz. Oysa yaşadığımız hayat, yaşamayı düşündüğümüz hayat değilse bile bize biçilen hayattır. Ve yaşıyorsak onu, istemeden olsa da… Kabul etmek zorundayız diye düşünüyorum bu sabah gözümü açtığımdan beri güne. Neden mi? Çünkü aynı çemberin içinde döne, döne yorulan arkadaşımın değişiklik özlemelerinden yoruldum.

Değiştiremiyorsan hayatını sen değişmek zorundasın ki onu en azından rahat yaşayabilesin. Yoksa aynı çemberde dön dur durmaları hem seni hem de seninle yaşayanları canından bezdirir. Demek istediğim şey bükemediğin eli öpmek değil asla ve katha. Bükemiyorsan bükülme ama kabul et ve kabul etmek zorunda kaldığın hayatı kendi ruhunla zenginleştir. Yoksa özlediğin hayat bile olsa yaşadığın ruhunla zenginleşmiyorsa yine arayış  içindesin hiç bir zaman bulamayacağın şeyleri.

Bu umutsuz çırpınışları içimi acıttı aslında. Ve kızdım “değiştir, at geçmişini yeniden başla” dedim. Ama yok o cesaret. O zaman buyurun dönmeye devam o çemberde. Gerçekten içim acıyor, acıtıyorlar. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte diyorum. Yase

& & & & &

Esrarengiz Ölümler

Güney Afrika’nın Cape Town şehrindeki bir hastanede devamlı esrarengiz ölümler oluyordu. Hemşireler haftalardır üst üste her Cuma günü 311 numaralı yoğun bakım odasına yatırılan hastaları ölü bulmaktaydılar. Bu sırlı ölümlere uzun süre açıklama getirilemedi. Herkes meselenin çözülmesi için seferber oldu.

Uzmanlar odanın havasını bakteriyolojik bakımdan kontrol ettiler. Güney Afrika’nın önde gelen bilim adamları ölenlerin aileleriyle üç hafta boyunca görüşmeler yaptılar. Hatta işin içine polis girdi ve akla gelen her ihtimal tek tek değerlendirildi, ancak onların araştırmaları da sonuçsuz kaldı. Ve tabi bu arada 311 numaralı odadaki hastalar sebepsiz ölmeye devam ediyorlardı. Son çare olarak hastaların kaldığı 311 numaralı yoğun bakım odası devamlı gözetim altına alındı ve sonunda odadaki ölümlerin sebebi ortaya çıktı.

Sonuç çok trajikomikti. Cuma sabahı saat 6’da odaları temizleyen temizlikçi kadının, hastanın bağlı bulunduğu solunum cihazının fişini çekerek kendi elektrik süpürgesinin fişini taktığı ve işini bitirince sonra solunum cihazının fişini tekrar yerine takıp gittiği görüldü.

& & & & &

Çatlak Kova

Bir zamanlar efendisinin evine her gün nehirden su taşıyan bir köle vardı. Köle boynunda taşıdığı bir sopanın iki ucuna birer kova asar, bu kovaları nehirden aldığı su ile doldurur ve eve getirirdi. Ancak kovalardan birisi birkaç yerinden delinmiş eski bir kovaydı. Dolayısıyla, nehirde ağzına kadar doldurulan suyun ancak yarısını tutabilirdi eve kadar. Diğeri ise yep yeni ve sağlam bir kovaydı. Suyu hiç sızdırmadan taşırdı. Tam iki yıl bu böylece devam etti. Sucu köle nehirde iki tam kova dolduruyor, efendisinin evine geldiğinde ise geriye sadece bir buçuk kova su kalıyordu. Deliksiz kova bu başarısıyla gurur duyuyor ve “Ben işimi tam görüyorum” diyerek böbürleniyordu. Zavallı delik kova kusurundan dolayı utanıyor ve kendisinden beklenenin sadece yarısını yapabildiği için hep üzülüyordu. İki yıl boyunca deliğinden su sızdırmayı içine sindiremediği için, bir gün dile gelip nehir kenarında sucuya şöyle dedi: “-Ey sucu insan! Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.”

“-Niye ki?” diye sordu sucu. “-Neden utanıyorsun?” “-İki yıl boyunca, yan tarafımdaki çatlaklar yüzünden sular akıp gitti ve yükümün sadece yarısını efendinin evine götürebildim. Benim kusurum nedeniyle sen de gayretlerinin karşılığını tam alamıyorsun.”

Sucu eski delik kovaya acıdı ve şefkatli bir sesle şöyle dedi: “-Efendinin evine dönerken, yol kenarındaki çiçeklere bir dikkat et istersen.” Gerçekten de, tepeye çıkarken, delik kova yol kenarındaki enfes yaban çiçeklerini gördü ve bu onu birazcık neşelendirdi. Ama yolun sonunda yine kederlendi, çünkü yükünün yarısını yine çatlaklardan akıtmıştı. Bu başarısızlığından ötürü sucudan yine özür diledi. Sucu kovaya şöyle dedi: “-Yolun sadece senin tarafında çiçekler açtığını, diğer tarafında hiç çiçek olmadığını fark etmedin mi? Bu neden böyle biliyor musun? Ben senin delik olduğunu baştan beri biliyordum ve bundan faydalanmak istedim. Senin tarafındaki yol kenarına çiçek tohumları ektim. Ve her gün dereden dönerken onları sen suladın. İki yıl boyunca bu güzel çiçeklerle efendimin masasını süsleyebildiysem, bu senin sayende oldu. Senin sayende, efendimin odası böylesine güzelleşti…

& & & & &

Şubat Güneşi

Ve daha birçok şey düşünüyordu. Ancak uyku gözlerinden akıyordu. Başını arkaya atıp gözlerini yumdu. Ve anında içi geçti. Bir müddet sonra üşüyerek uyandı. Her tarafı tutulmuştu. Yerinden doğrulmaya çalışınca. Eli şöminenin önüne dizdiği odunlara çarptı, odunlar gürültüyle yere yuvarlanınca Zeynep’in uyanacağından korkarak dönüp ona baktı. Kız karın üzeri dönmüştü yüzünü yastığa gömmüş rahat soluklarla uyumaya devam ediyordu. Güzel bir rüya görüyordu zahar.

Can’la el ele tutuşmuş Kadıköy iskelesinde gemi bekliyorlarmış rüyasında. Her zaman hınca hınç dolu olan iskelede yalnız onlar varmış.  Gemi adeta kayarak gelip tam önlerinde durmuş. Ne bir yolcusu ne de bir kaptanı varmış. İkisi gemiye halatlara tutunarak binerler. Gemi mavi denizde nazlı, nazlı ilerlerken onlarda küpeştede ellerindeki simitlerden minik, minik parçacıklar koparıp kuşlara atıyorlarmış.  Etrafta olağan üstü bir sessizlik bir huzur varmış. Yerlere kadar uzanan beyaz ipekten giysiler giymişler. Hafif bir meltem saçlarında dolaşıyormuş. Uçsuz bucaksız denizde kaptansız bir gemide kayarak ilerlerken aniden karşıdan hızla onlara doğru gelen bir gemi görürler. Kendilerini korumaya zaman bulmadan bir el uzanmış gemiden dev gibi bir el!  Ve bu el Can’ı yakaladığı gibi göğe doğru savururken gemide aniden sudan çıkıp göğe doğru yükselmeye başlamış. İçinde bir sürü çocuk varmış hepsi aşağıda kalan Zeynep’e el sallamış. Zeynep sanki böyle olacağını biliyormuş gibi. Sakin, sakin öylece geminin gökyüzünde kaybolmasını izlemiş. Ancak gemi kaybolunca  “güle, güle canımın diğer yarısı” diyerek kendini denize bırakmış. Dibe doğru hızla batarken aniden bir el onu belinden tutup yukarı çekmiş! Zeynep ürpererek  gözlerini açtı. Karanlıkta bir an öylece yatıp, şöminede yanan ateşin kokusunu içine çekmiş, sonrada, doğrulup oturdu.

Ahmet yuvarlanan odunların gürültüsüne Zeynep’in uyanmadığını görünce kalkıp şömineye yeniden odun atmış, mutfağa gidip mutfak dolaplarını ne aradığını bilmeden karıştırmış ve bu arada dolapların birinde bir kese çiğ kestane bulmuştu. Şöminede patlatmak üzere elinde bir tabak ve bıçakla salona döndüğünde Zeynep yarı karanlık gölgeler içindeki salonda rüyanın etkisi hala üzerinde olduğu halde oturuyordu. Ayaklarını altına almış başını da dizlerine dayamıştı. Gözlerini biraz önce Ahmet’in şöminedeki ateşe diktiği gibi dikmişti. Ama ne alevleri ne de korları görüyordu. Arkası Yarın

Günün Şiiri

Kış Bahçeleri

Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta,

Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı

Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,

Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı.

Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden

Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda,

Üstündeki son dallar ağarmış diye birden

Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda.

Yerlerde gezen hatıralar var korulukta;

Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir.

Mehtaba çalan sapsarı benziyle ufukta,

Binlerce dalın verdiği tek meyve güneştir.

İçlenme tabiattaki yekpare kederden,

Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler.

Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,

Onlarla giden günlerimiz dönmeyecektir.

Faruk Nafiz Çamlıbel

Gene Sabah Olacak

Yarın gene sabah olacak.

Yarın gene sabah olacak

Dili çözülecek kuşların şeytanlıkları çocukların

Bir bakacaksın boy verip açacak yeni tomurcuklar

Denizlerde yeniden dalgalanmaya başlayacak

İşte böyle,

Yarın gene sabah olacak

Yarın gene sabah olacak

Altın kapıları açılacak gündüzün

Sonra gezinecek sokaklarda kişiler

Kimisi okuluna kimi işine gidecek

İşte böyle, yarın sabah gene sürecek.

Yarın gene sabah olacak

Her şeyde bir değişiklik göreceksin

Doğa dünden daha iyi

Çocuklar dünden daha güzel olacak

Yarın gene sabah olacak.

Nimetullah Hafız

Günün Fıkrası

İsrailli güzel casus Suriye’den dönüp İsrail Genelkurmayı’na rapor verir: “-Hafız Esad’ın son saldırı planını gece masasından çaldım. Üstelik bununla kalmayıp oğlunu da hapsettim.” Generaller sevinçle haykırırlar: “-Harika, oğlunu hemen bize ver, sorguya çekelim.” Güzel casus üzgün bir yüzle cevaplar: “-İşte bu hemen olmaz, dokuz ay beklememiz lazım…”

Günün Sözü

Komşunu sev ama aradaki bahçe duvarını asla kaldırma…

Benjamin Franklin

Kuvvete dayanmayan adalet güçsüz, adalete dayanmayan kuvvet acımasızdır.

Pascal

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here